Fas: Afrika’nın Başlangıcı
“Gerçek” yolculuk ne demek? “Gitmenin” bu kadar kolay olduğu bir zamanda, eski çağ gezginlerinin ruhuna yaklaşmak mümkün mü?
Birkaç yıldır yaptığım tüm gezileri, Batı Anadolu’nun ve Batı Avrupa’nın işlek kentlerine yaptım. Bu kentlerin “tanıdık” ortamlarında soluklanıyor, “farklı” bir yaşamın ufak bir parçasını tattığım fikrini benimsemeye çalışıyordum.
Ama bu sefer öyle olmadı. Kendi kendime sorduğum sorular, farklı bir yolculuk tecrübesi yaşamak istediğimi gösterdi bana.
Yolculuk başlıyor
Haritayı açıp baktım, parmağımı Avrupa’nın en batısına, sonra da güneyine doğru indirmeye başladım. En uca geldim: Cebelitarık Boğazı’na… Ardından Fas’a! Yolculuğum kafamda canlanmaya başlamıştı.
Farklı bir dünyaya adım atacağımı biliyordum. Bu yeni dünyaya geçişi de, mümkün olduğu kadar eski zamanların gezginleri gibi yaşamak istiyordum. Bu yüzden önce İspanya’ya gitmeye, oradan feribotla Fas’a geçmeye karar verdim.
İstanbul’dan uçakla Madrid’e, oradan da Granada’ya… Ertesi sabah da daha önce ziyaret ettiğim ve İspanya’nın benim için en güzel toprakları olan Endülüs’ten Fas’a; yani Magreb’e geçmek için Algeciras ‘a…
Algeciras limanına vardığımda hava kapalıydı. Liman, Cebelitarık’ın iki kıyısının birleşimi gibiydi. İspanyolca Arapçaya karışıyor, mekân kavramı kayboluyordu.
Cebelitarık’ı geçmek
Feribota bindim. Cebelitarık’ı geçmek, hayatta çok sık yaşanmayacak bir tecrübeydi. İstanbul’da her gün evimden işime gidip gelmek için deniz üzerinde bir kıtadan diğerine geçtiğimden yabancılık çekmedim. Ama yine de bu tecrübeyi sonuna kadar yaşamak istedim ve feribotun dışına çıktım.
Birkaç yunus yol boyunca feribota eşlik etti. Havanın kapalı olması, güneşin bulutlar arasından bir görünüp bir kaybolması, tüylerimi ürperten bir atmosfer yaratıyordu.
Fas’a ayak basmak
Feribot Fas’a ulaştı ve Tangier limanına ayak bastım. Beni Fas’ın kalbine, Marakeş’e götürecek tren akşamüzeri kalkacaktı. Kenti keşfetmek için sadece birkaç saatim vardı.
İlk izlenimler
İlk işim deniz kenarında yürümek oldu. Zira hayatımda ilk defa Akdeniz’e güneyden baktım.
Akdeniz’e güneyden bakmak, yeni bir dünyanın kapısında olduğumun habercisiydi. Yürüyerek kent merkezine yaklaşırken; etrafımdaki yüzlerin değiştiğini, artık tam bir “yabancı” olduğumu hissetmeye başladım.
İbn-i Batuta’nın izinde
Afrika’nın ucunda, Tangier’de görmek istediğim tek bir yer vardı. O da yaşamış en büyük gezginlerden biri olan İbn-i Batuta’nın kabri. “Rıhlet-ü İbn Battûta” adlı seyahatnamesinde İbn-i Batuta, Çin’den Afrika’nın batısına uzanan tam 120.000 kilometrelik bir yolculuğu anlatıyordu. Buharlı makineler icat edilene kadar, onun kadar fazla yol giden olmamıştı.
Fas deneyimleri
Güneş batarken tren istasyonuna gitmek için “petit taxi” adı verilen taksilerden birine bindim. Takside taksimetre yoktu. Ücret, şoförle yapılan pazarlığa göre belirleniyordu.
Fas’ta her şey için pazarlık yapmak gerektiğini biliyordum. Ama bu ilk pazarlık deneyimim oldukça ilginç oldu.
Taksiye bindim, gideceğim yeri söyledim ve şoföre ne kadar tutacağını sordum. Pazarlık için benim de aklımda bir rakam vardı. Böyle bir mesafe için İstanbul’da ne kadar ödediğimi düşündüm ve bu ücretin yarısını kafamda belirledim. Ancak şoför, kafamdaki rakamın yarısını söyleyince kalakaldım. Bu pazarlıktan kârlı mı çıktım, zarar mı ettim, bilmiyorum.
Güneş batarken gara girdim ve bekleyen gece trenine bindim. Kompartıman arkadaşım bir İspanyol’du. İş için sürekli Marakeş’e gidiyormuş.
Sabahın ilk saatlerinde Marakeş’e vardım. Bir taksiye atlayıp otelime gittim. Hava sıcaktı.
İlk işim, dünyanın en güzel meydanlarından biri olan Djemaa El-Fna’ya gitmrk oldu.
Bu meydan, Orta Çağ’da olduğunuz hissi veren, UNESCO tarafından koruma altına alınmış, dünyanın en özel meydanlarından biri… Beni bugüne getirense, belirli bir trafik düzenine bağlı kalmadan meydanın dört bir yanından fırlayan mopetler oldu.
Meydanda her şey vardı: Seyyar satıcılar, yılan oynatıcıları, hikâyelerini herkesin pür dikkat dinlediği meddahlar…
Öğle yemeği vakti geldi ve meydana bakan bir lokantaya gittim. Niyetim, meşhur Fas mutfağının meşhur lezzetlerinden biri olan tajin’in tadına bakmaktı.
Dana etli tajin siparişi verdim. Bir süre sonra garson; enfes kokular saçan, üstü delik bir külahla kapanmış güveç koydu önüme. Güvecin kapağını açtım ve tajin’in tadına baktım. Mükemmeldi!
Yemekten sonra Marakeş’in labirent çarşılarına, “souk”lara doğru yürümeye başladım. Eski bir çağın, farklı bir dünyanın alışveriş manzaraları ile karşı karşıyaydım. Bir kenti tanımanın en iyi yollarından biri, o kentin çarşılarını ziyaret etmek olmalı diye düşünürüm. Marakeş’in ruhunu da bu souk’larda hissettim.
Souk’larda alışveriş
Souk’larda deri ve gümüş işlemeleri göz alıcıydı. Bu gümüşlerin özelliği, zaman içinde parlaklık kazanması… Berberi işi gümüşler oldukça güzeldi. Dostlarıma küçük hediyeler almak için bir gümüş dükkânına girdim.
Souk’larda gezerken, göz alıcı mavi renkte kıyafetler içinde olan, gözleri sürmeli adamlar dikkatimi çekti. Bu adamların fotoğraflarını daha önce birkaç kez seyahat dergilerinde görmüştüm. Bu karizmatik görünüşlü adamlar, çöllerde yaşayan Tuareg’lerdi.
Sonraki birkaç gün içinde kentin sokaklarını dolaştım. Kuttubia Camii, El Bahia Sarayı ve Ben Yusuf Medresesi gibi önemli yerleri gezdim. Kültürüyle, gelenekleriyle, yaşam tarzıyla Fas; farklı bir yaşamın kapısından bakmamı sağladı. Yeni insanlar tanıdım, yeni hikâyeler dinledim. Akdeniz’in güneyinden bakarken, kendi rutinlerimden uzaklaştım. Farklı hayatların varlığını hissetmek bana çok iyi geldi.
Sonuç
Gerçek keşifler yapmak, biraz “yabancı” olmak isteyen ruhum, Fas’ın sıcak topraklarında kendini buldu. Eve dönerken, kendimi biraz daha dünyaya ait hissetmenin mutluluğunu yaşıyordum.